22 Ekim 2013 Salı

Sıradışı Kariyer Köşesi - Can KIRAÇ

BEN CAN KIRAÇ


Hayatım 1927 yılında gözlerimi Ankara’da Gazi Orman Çiftliğinde açmamla başladı. Gazi çiftliğinin ilk doğan çocuğu olduğum için de adımı Mustafa Kemal Paşa CAN olarak belirlemiş!
Ben, babamın kişiliğine, mesleğine ve Atatürkçülüğüne hayranlık duyarak yetiştim. Babam, Cumhuriyet dönemine damgasını vuran ilk Ziraatçilerdendi.
İlkokul yıllarımda en büyük arzum ATATÜRK ile buluşmaktı! Bu buluşmak, 1938 yılı Kasım ayında, Galatasaray Lisesi Ortaköy yetiştirici sınıfında  okurken mümkün oldu! Dolmabahçe Sarayındaki katafalkın önünden geçerken, dinmeyen gözyaşlarımla Atatürkümle bütünleştiğimi, bugün bile  aynı heyecanla hatırlıyorum.
Çocukluğum Eskişehir’de "Kuru-Zıraat Deneme" çiftliğinde geçti. Galatasaray Lisesi’nde okurken bile yaz tatillerindeki en büyük keyfim babamın yönetimindeki Devlet Üretme Çiftliklerini dolaşmaktı. Sonunda, ben de babam gibi Ziraatçı olmaya karar verdim ve 1950 yılında Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi’ni bitirdim.
Aynı yıl, Türk tarımının makineleşmeye başladığı bir dönemde, Koç Şirketi’ne girerek, çiftçilere, Amerika’dan ithal edilen tarım traktörlerinin ve tarım araçlarının kullanımını ve bakımını öğretmeye başladım. Böylece, özel sektörde 41 yıl sürecek "Profesyonel Yöneticiliğe adım atmış oluyordum.
Çocukluk ve gençlik yıllarımı, devlet memuru babanın sahip olduğu mütevazı şartlar içinde yaşadım. Bunun içindir ki, Galatasaray Lisesinde ve Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesinde okumuş olmayı, “gençlik çağımın lüksü” olarak kabul ederim !
Geriye baktığımda, çalışmalarımın ve meslek hayatımın oldukça ilginç alanlara yayıldığını görüyorum.
1949/50 yıllarında Türkiye Millî Talebe Federasyonu başkanlığım, Atatürk ilkelerine bağlı kalınması için 1952 yılında yazdığım “Baba Neslini İkaz” konulu yazımdan dolayı "Türk halkını isyana teşvikten" mahkemeye verilmem, 1956-1967 yıllarında İzmir’de yaşamam ve İzmir Ticaret Odası yönetim kurulu üyeliğim, 1970’li yıllarda İstanbul iş dünyası içine girmem, basında ve panellerde "Otomotiv-Montaj Sanayiinin savunuculuğunu yapmam ve TÜSİAD’ın kuruluş hazırlıklarını yürüten komitede çalışmam, 1987 yılında Türkiye’nin en büyük özel sektör kuruluşu Koç Holding’te, profesyonel kademenin üst noktası olan "İcra Komitesi Başkanlığına yükselmem (Bu kademeye bugün CEO deniyor) ve bu görevi beş yıl sürdürmem bana çok değerli deneyimler kazandırdı.
Şimdi, kendimi, yaşayan profesyonellerin kıdemli bir örneği saymaktayım. Bugün, Türk ekonomisinin belkemiğini oluşturan sınai, ticari şirketlerin ve holdinglerin hemen tamamı aile şirketi olma özelliklerini korumaktadır. Sermaye dağılımı yoluyla kurumlaşma henüz gerçekleşmediği için, şirketlerde aile patronluğu devam etmektedir. Buna rağmen, profesyonelleşme ve yönetim politikalarının belirlenmesi konularında önemli adımlar atılmaktadır. Türk özel sektörünün temel direği olan “insan gücü” kalitesi yükselmektedir.
Bu durumu, Türk özel sektörünün atılımcı karakterinin bir göstergesi ve başarılarının önemli bir kozu sayıyorum. Çünkü bu aşamada, girişimcilerin atılganlığını ve riske girme cesaretini Türk ekonomisinin gelişmesi ve güçlenmesi için gerekli görüyorum.

Ø  Profesyonel doğulmaz, profesyonel olunur sözüne inanıyorsanız, dikkat edeceğiniz ilkelerin bazılarını aşağıda bulacaksınız:
·         Kendinizi tanıyınız, nereye yönelmek istediğinizi sorgulayınız, yeteneklerinizi irdeleyiniz, heyecanınızı ölçünüz, çevrenizi inceleyiniz, bunları yaptıktan sonra hedefinizi belirleyip profesyonelliğe soyununuz… Profesyonelliğe yönelmek riske girmekle mümkündür. Cesaretiniz yoksa, kaybetmekten korkuyorsanız, profesyonel olma beklentinizi erteleyiniz.

Ø  Başarılı olmuş iş dünyası liderlerinin "başarı reçetelerinde" şu ilkeler ön plana çıkmaktadır;
·         Çok çalışın, Daima öğrenin, İşinizi sevin, İnisyatif kullanın, Dürüst olun, Mücadeleci olun, Kişiliğinizi geliştirin, Katılımcı olun, Adil olun, Sabırlı olun... Bunlar, gerçekten, denenmiş ve doğruluğu ispatlanmış "Başarıya Ulaşma" yollarıdır! Aldığınız eğitim sizin bilgi hazinenizdir. Bu hazineyi, yenilikleri izleyerek, daima güncel ve canlı tutunuz.
Bilginin yanında, insan ilişkisine vereceğiniz önem ve bu ilişkinin gerçekleşmesinde göstereceğiniz hüner, size başarı yollarını açacaktır. Unutmayınız! İnsan İlişkisine önem vermeyenler asla başarıya ulaşamazlar.
Hayatta kazanılması gerekli olan en önemli yetenek ihtiyaç duyulan ve aranan bilgiye nasıl ve nerede ulaşılacağını öğrenmektir. Yüksek eğitim gören gençler, eğitimleri boyunca, dikkatlerini bu noktaya yoğunlaştırmalıdırlar. Çünkü, insanların aldıkları eğitim dışında elde ettikleri başarıların temelinde bu gerçek yatmaktadır.
1975 yılında Koç Holding Yönetim Kuruluna seçildim. O dönemde Yönetim Kurulunda; İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Profesörlerinden Kemal Oğuzman ve İstanbul Teknik Üniversitesi Profesörlerinden Hasan Fehmi Yazıcı da görev yapıyorlardı. 
Bu beraberliği çok ilginç bulmuşumdur! Çünkü, üçümüzde Galatasaray Lisesinde aynı sınıflarda okumuş ve 1946 yılında mezun olmuştuk. Bana ilginç gelen diğer bir raslantı da kardeşim İnan'la Koç Holding Yönetim Kurulunda buluşmamız olmuştur. Ayrıca, İnan'la Otomotiv Gurubu Başkanlığı görevinde ve benim emekliliğe ayrılmamla da İdare Komitesi Başkanlığında (CEO) "halef-selef" oluşumuzu hep olağanüstü bir tesadüf saymışımdır.
Çalışan her insan bir gün köşesine çekilecektir. Gençlerimiz, önlerinde bulunan yaşlı yöneticileri, kendileri için "engel" olarak değil "rehber" olarak görmelidirler. Bunun içindir ki, üretken olma heyecanlarını ve verimliliklerini kaybetmemiş olan ileri yaştaki yöneticilerden daima yararlanma çareleri aranmalıdır.
Gençlere şöyle seslenmek istiyorum:
Bizim "yaşlı kuşağımız", milletimizin "maya”sıdır! Kültürümüzü, sanatımızı, siyasal ufkumuzu, iş dünyamızı ve toplumsal hayatımızı geliştirmek ve güzelleştirmek istiyorsanız bu "maya”dan yararlanmak zorundasınız ! "Ustalarınıza" sahip olunuz !
1991 yılı sonunda iş dünyasından kopup hayatın yeni sahiline geçince, özellikle fakültelerden konuşmacı olarak davetler almaya başlamıştım.
Vehbi Bey yeni mesleğimi (!) öğrenince bir gün beni telefonla aramış; “Oralarda ne konuştuğunu bilmiyorum ama senin bazı sivri görüşlerin vardır, benimle ilgili ileri geri konuşabilirsin, dolayısıyla her konuşmanı kasete alacak ve bana göndereceksin” diyerek bana olan güvenini (!) açıklamış ve uyarıda bulunmuştu. İş hayatından ayrılmış olmama rağmen Vehbi Koç değişmez patronumdu. Ben de “Patron böyle istiyor” diyerek,  kayıt cihazımla konferans konferans dolaşmaya başlamıştım. Bu geleneği, Vehbi Bey’in vefatından sonra da devam ettirdiğim için, dinleyicilerin; “Kaseti Vehbi Koç’a nasıl ulaştıracaksınız?” sorusuyla karşılaşınca onlara şu umudumu duyuruyorum:  “Bir gün nasıl olsa buluşacağız! O zaman kasetleri beraberimde götüreceğim!?

Bana, "Vehbi Koç'u bir kaç cümle içinde anlatır mısın?" diye soranlara, onun yaşamındaki çalışma temposuna şahit olduğum için, Cemal Sahir'in şu dizelerini tekrarlamakla yetiniyorum:

Başımla gönlümü edemedim eş / Biri yüz yaşında biri yirmi beş/ Başım dedi dinlen, gönlüm dedi koş / Başım dedi durul, gönlüm dedi coş!

Koç Topluluğu’ndan ayrılmadan once, Vehbi Koç’un benimle ilgili merakı
ne yapacağımı öğrenmekti! Cevabım ani bir itiraf olmuştu: “Sizin hayat hikâyenizi yazacağım!”

Ben, Vehbi Koç'un "düşünce ve uygulama" alanına çok yakın bulunduğum ve uzun yıllar "Koç dünyasının" içinde yaşadığım için, "Koç mucizesi" denilen olayın bölüm bölüm gerçekleştiğini görmüş, başarıların ve bazen başarısızlıkların tanığı olmuştum. Bunun için de "kitap projesi" benim kafamda daha fikir aşamasındayken  “Bir Mucize Nasıl Anlatılır?" sorusunu pek önemsememiştim. Ancak, kararımı verip yazı makinemin başına geçtiğim an, bu defa "Mucize Nerede?" sorusu benim de benliğimi kemirmeye başlamıştı! "Mucize"nin, elle tutulan, gözle görülen bir nesne olmadığını bilen, "İnsan bir Tanrı değildir" inancını benimseyen birisi için bu "Muamma”yı bulup çıkarmak nasıl mümkün olacaktı? Gerçekte "Vehbi Koç Mucizesi" onun "çalışma tutkusu"nun ve insanları "programlamayı bilmesinin" bir ürünüydü. Vehbi Koç'un hayatında insanı hayrete düşüren iki şeyden ilki



"Çalışma kararlılığı", ikincisi ise  "insanları idare etme ve kullanma yeteneği" idi.
                                                                                                
Bizim, toplum olarak, bugün içine düştüğümüz sıkıntıların ve umutsuzluğun temelinde dayanışma duygumuzu yitirmiş olmamız bulunmaktadır. Her birimiz, politikacısından bürokratına, köylüsünden şehirlisine, tüccarından sanayicisine kişisel menfaatlerimizi kurumsal ve ulusal çıkarlarımızın önüne koyuyoruz. Başkalarının mutluluğu için özveride bulunmayı göze alamıyoruz. Sevgiyi ve başarıyı paylaşmaktan mutlu olmuyoruz. Artık, siyasetçilerin gerçeği görmeleri zamanı gelmiştir!  İnsanlığın, yeni bir umutla beklediği 21.yüzyılın başında, ulusumuzun karşı karşıya bulunduğu sorunlar tahminlerin ötesinde ağırlaşmış durumdadır. Eğitim noksanlığı, şehirlere göç, gelir dağılımındaki bozulma, sosyal güvensizlik, kültürden kopukluk, doğayı yok etme diretmesi, toplumsal hoşgörü noksanlığı ve sevgi duygusunun yozlaşması umutlu bekleyişimizi ve ufkumuzu karartan sebeplerin başını çekmektedir.
Ben, hem nereden nereye geldiğimizi biliyor, hem de yarınlara bakarken kaygılanıyorum…

Çağımıza damgasını vurmuş olan  Bilgisayar,  ilerlemiş yaşıma rağmen benim hayatımda önemli bir  yer tutuyor. Bilgisayar’a olan tutkum  25 yıldır devam ediyor.  İnternetli dünya ve akıllı  tablet-telefon uygulamaları başımı döndürüyor! Bilgisayarımı kişisel arşivim olarak kullanıyorum. Kolaj  merakımı photoshop programları ile zenginleştiriyorum. Site’mde (<http://www.cankirac.com/> ) 735 kolaj ve   390 yazım bulunuyor. Ayrıca; yayımladığım üç kitabım, televizyonlara  çıkmış röportaj ve konuşmalarım, eski ve yeni fotoğraflarım da arşivimi  zenginleştiriyor.

41 yıl süren çalışma hayatımın disiplini dışına çıkınca, “çılgınlık” yapma  heyecanı  içimi dolduruyor. Sakal bırakmak, saçsız kafamın arkasına “atkuyruğu” sarkıtmak,  rengarenk çorap, gömlek, pantolon giymek gibi… Bu yıl içime doğan çılgınlık ise bir motosiklet sahibi olmak. Ve, Boğaz köprüsünden 200 kilometre hızla geçmek!

Can Kıraç

Temmuz 2013 – Küçük Çamlıca

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder