BEN CAN KIRAÇ
Hayatım 1927 yılında gözlerimi Ankara’da Gazi Orman Çiftliğinde açmamla başladı.
Gazi çiftliğinin ilk doğan çocuğu olduğum için de adımı Mustafa Kemal Paşa CAN
olarak belirlemiş!
Ben,
babamın kişiliğine, mesleğine ve Atatürkçülüğüne hayranlık duyarak yetiştim.
Babam, Cumhuriyet dönemine damgasını vuran ilk Ziraatçilerdendi.
İlkokul
yıllarımda en büyük arzum ATATÜRK ile buluşmaktı! Bu buluşmak, 1938 yılı Kasım
ayında, Galatasaray Lisesi Ortaköy yetiştirici sınıfında okurken mümkün oldu! Dolmabahçe Sarayındaki
katafalkın önünden geçerken, dinmeyen gözyaşlarımla Atatürkümle bütünleştiğimi,
bugün bile aynı heyecanla hatırlıyorum.
Çocukluğum
Eskişehir’de "Kuru-Zıraat Deneme" çiftliğinde geçti. Galatasaray
Lisesi’nde okurken bile yaz tatillerindeki en büyük keyfim babamın
yönetimindeki Devlet Üretme Çiftliklerini dolaşmaktı. Sonunda, ben de babam
gibi Ziraatçı olmaya karar verdim ve 1950 yılında Ankara Üniversitesi Ziraat
Fakültesi’ni bitirdim.
Aynı
yıl, Türk tarımının makineleşmeye başladığı bir dönemde, Koç Şirketi’ne
girerek, çiftçilere, Amerika’dan ithal edilen tarım traktörlerinin ve tarım
araçlarının kullanımını ve bakımını öğretmeye başladım. Böylece, özel sektörde
41 yıl sürecek "Profesyonel Yöneticiliğe adım atmış oluyordum.
Çocukluk ve gençlik yıllarımı,
devlet memuru babanın sahip olduğu mütevazı şartlar içinde yaşadım. Bunun
içindir ki, Galatasaray Lisesinde ve Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesinde
okumuş olmayı, “gençlik çağımın lüksü” olarak kabul ederim !
Geriye
baktığımda, çalışmalarımın ve meslek hayatımın oldukça ilginç alanlara
yayıldığını görüyorum.
1949/50 yıllarında Türkiye Millî Talebe Federasyonu başkanlığım, Atatürk
ilkelerine bağlı kalınması için 1952 yılında yazdığım “Baba Neslini İkaz”
konulu yazımdan dolayı "Türk halkını isyana teşvikten" mahkemeye
verilmem, 1956-1967 yıllarında İzmir’de yaşamam ve İzmir Ticaret Odası yönetim
kurulu üyeliğim, 1970’li yıllarda İstanbul iş dünyası içine girmem, basında ve
panellerde "Otomotiv-Montaj Sanayiinin savunuculuğunu yapmam ve TÜSİAD’ın
kuruluş hazırlıklarını yürüten komitede çalışmam, 1987 yılında Türkiye’nin en
büyük özel sektör kuruluşu Koç Holding’te, profesyonel kademenin üst noktası
olan "İcra Komitesi Başkanlığına yükselmem (Bu kademeye bugün CEO deniyor)
ve bu görevi beş yıl sürdürmem bana çok değerli deneyimler kazandırdı.
Şimdi,
kendimi, yaşayan profesyonellerin kıdemli bir örneği saymaktayım. Bugün, Türk
ekonomisinin belkemiğini oluşturan sınai, ticari şirketlerin ve holdinglerin
hemen tamamı aile şirketi olma özelliklerini korumaktadır. Sermaye dağılımı
yoluyla kurumlaşma henüz gerçekleşmediği için, şirketlerde aile patronluğu
devam etmektedir. Buna rağmen, profesyonelleşme ve yönetim politikalarının
belirlenmesi konularında önemli adımlar atılmaktadır. Türk özel sektörünün
temel direği olan “insan gücü” kalitesi yükselmektedir.
Bu
durumu, Türk özel sektörünün atılımcı karakterinin bir göstergesi ve
başarılarının önemli bir kozu sayıyorum. Çünkü bu aşamada, girişimcilerin
atılganlığını ve riske girme cesaretini Türk ekonomisinin gelişmesi ve
güçlenmesi için gerekli görüyorum.
Ø Profesyonel
doğulmaz, profesyonel olunur sözüne
inanıyorsanız, dikkat edeceğiniz ilkelerin bazılarını aşağıda bulacaksınız:
·
Kendinizi
tanıyınız, nereye yönelmek istediğinizi sorgulayınız, yeteneklerinizi
irdeleyiniz, heyecanınızı
ölçünüz, çevrenizi inceleyiniz, bunları yaptıktan sonra hedefinizi
belirleyip profesyonelliğe soyununuz… Profesyonelliğe yönelmek riske girmekle mümkündür.
Cesaretiniz yoksa, kaybetmekten korkuyorsanız, profesyonel olma beklentinizi
erteleyiniz.
Ø Başarılı olmuş iş dünyası liderlerinin "başarı
reçetelerinde" şu ilkeler ön plana çıkmaktadır;
·
Çok
çalışın, Daima öğrenin, İşinizi sevin, İnisyatif kullanın, Dürüst olun,
Mücadeleci olun, Kişiliğinizi geliştirin, Katılımcı olun, Adil olun, Sabırlı
olun... Bunlar, gerçekten, denenmiş ve doğruluğu ispatlanmış "Başarıya Ulaşma" yollarıdır!
Aldığınız eğitim sizin bilgi hazinenizdir. Bu hazineyi, yenilikleri izleyerek,
daima güncel ve canlı tutunuz.
Bilginin
yanında, insan ilişkisine vereceğiniz önem ve bu ilişkinin gerçekleşmesinde
göstereceğiniz hüner, size başarı yollarını açacaktır. Unutmayınız! İnsan İlişkisine önem vermeyenler asla
başarıya ulaşamazlar.
Hayatta
kazanılması gerekli olan en önemli yetenek ihtiyaç duyulan ve aranan bilgiye
nasıl ve nerede ulaşılacağını öğrenmektir. Yüksek eğitim gören gençler,
eğitimleri boyunca, dikkatlerini bu noktaya yoğunlaştırmalıdırlar. Çünkü,
insanların aldıkları eğitim dışında elde ettikleri başarıların temelinde bu
gerçek yatmaktadır.
1975 yılında
Koç Holding Yönetim Kuruluna seçildim. O dönemde Yönetim Kurulunda; İstanbul
Üniversitesi Hukuk Fakültesi Profesörlerinden Kemal Oğuzman ve İstanbul Teknik
Üniversitesi Profesörlerinden Hasan Fehmi Yazıcı da görev yapıyorlardı.
Bu
beraberliği çok ilginç bulmuşumdur! Çünkü, üçümüzde Galatasaray Lisesinde aynı
sınıflarda okumuş ve 1946 yılında mezun olmuştuk. Bana ilginç gelen diğer bir
raslantı da kardeşim İnan'la Koç Holding Yönetim Kurulunda buluşmamız olmuştur.
Ayrıca, İnan'la Otomotiv Gurubu Başkanlığı görevinde ve benim emekliliğe
ayrılmamla da İdare Komitesi Başkanlığında (CEO) "halef-selef"
oluşumuzu hep olağanüstü bir tesadüf saymışımdır.
Çalışan
her insan bir gün köşesine çekilecektir. Gençlerimiz, önlerinde bulunan yaşlı
yöneticileri, kendileri için "engel" olarak değil "rehber"
olarak görmelidirler. Bunun içindir ki, üretken olma heyecanlarını ve
verimliliklerini kaybetmemiş olan ileri yaştaki yöneticilerden daima yararlanma
çareleri aranmalıdır.
Gençlere şöyle seslenmek istiyorum:
Bizim
"yaşlı kuşağımız",
milletimizin "maya”sıdır! Kültürümüzü,
sanatımızı, siyasal ufkumuzu, iş dünyamızı ve toplumsal hayatımızı geliştirmek
ve güzelleştirmek istiyorsanız bu "maya”dan
yararlanmak zorundasınız ! "Ustalarınıza" sahip olunuz !
1991
yılı sonunda iş dünyasından kopup hayatın yeni sahiline geçince, özellikle
fakültelerden konuşmacı olarak davetler almaya başlamıştım.
Vehbi Bey yeni mesleğimi (!) öğrenince bir
gün beni telefonla aramış; “Oralarda ne konuştuğunu bilmiyorum ama senin bazı
sivri görüşlerin vardır, benimle ilgili ileri geri konuşabilirsin, dolayısıyla
her konuşmanı kasete alacak ve bana göndereceksin” diyerek bana olan güvenini
(!) açıklamış ve uyarıda bulunmuştu. İş hayatından ayrılmış olmama rağmen Vehbi
Koç değişmez patronumdu. Ben de “Patron böyle istiyor” diyerek, kayıt cihazımla konferans konferans dolaşmaya
başlamıştım. Bu geleneği, Vehbi Bey’in vefatından sonra da devam ettirdiğim
için, dinleyicilerin; “Kaseti Vehbi Koç’a nasıl ulaştıracaksınız?” sorusuyla
karşılaşınca onlara şu umudumu duyuruyorum:
“Bir gün nasıl olsa buluşacağız! O zaman kasetleri beraberimde
götüreceğim!?
Bana, "Vehbi Koç'u bir kaç cümle içinde
anlatır mısın?" diye soranlara, onun yaşamındaki çalışma temposuna şahit
olduğum için, Cemal Sahir'in şu dizelerini tekrarlamakla yetiniyorum:
Başımla gönlümü edemedim eş / Biri yüz
yaşında biri yirmi beş/ Başım dedi dinlen, gönlüm dedi koş / Başım dedi durul,
gönlüm dedi coş!
Koç Topluluğu’ndan ayrılmadan once, Vehbi
Koç’un benimle ilgili merakı
ne yapacağımı öğrenmekti! Cevabım ani bir
itiraf olmuştu: “Sizin hayat hikâyenizi
yazacağım!”
Ben, Vehbi Koç'un "düşünce ve uygulama" alanına çok yakın bulunduğum ve
uzun yıllar "Koç dünyasının"
içinde yaşadığım için, "Koç mucizesi"
denilen olayın bölüm bölüm gerçekleştiğini görmüş, başarıların ve bazen
başarısızlıkların tanığı olmuştum. Bunun için de "kitap projesi" benim kafamda daha fikir aşamasındayken “Bir
Mucize Nasıl Anlatılır?" sorusunu pek önemsememiştim. Ancak, kararımı
verip yazı makinemin başına geçtiğim an, bu defa "Mucize Nerede?" sorusu benim de benliğimi kemirmeye
başlamıştı! "Mucize"nin, elle
tutulan, gözle görülen bir nesne olmadığını bilen, "İnsan bir Tanrı
değildir" inancını benimseyen birisi için bu "Muamma”yı bulup çıkarmak nasıl mümkün olacaktı? Gerçekte
"Vehbi Koç Mucizesi" onun "çalışma tutkusu"nun ve insanları
"programlamayı bilmesinin" bir ürünüydü. Vehbi Koç'un hayatında
insanı hayrete düşüren iki şeyden ilki
"Çalışma
kararlılığı", ikincisi ise "insanları idare etme ve kullanma
yeteneği" idi.
Bizim, toplum olarak, bugün
içine düştüğümüz sıkıntıların ve umutsuzluğun temelinde dayanışma duygumuzu
yitirmiş olmamız bulunmaktadır. Her birimiz, politikacısından bürokratına,
köylüsünden şehirlisine, tüccarından sanayicisine kişisel menfaatlerimizi
kurumsal ve ulusal çıkarlarımızın önüne koyuyoruz. Başkalarının mutluluğu için
özveride bulunmayı göze alamıyoruz. Sevgiyi ve başarıyı paylaşmaktan mutlu
olmuyoruz. Artık, siyasetçilerin gerçeği görmeleri zamanı gelmiştir! İnsanlığın, yeni bir umutla beklediği
21.yüzyılın başında, ulusumuzun karşı karşıya bulunduğu sorunlar tahminlerin ötesinde
ağırlaşmış durumdadır. Eğitim noksanlığı, şehirlere göç, gelir dağılımındaki
bozulma, sosyal güvensizlik, kültürden kopukluk, doğayı yok etme diretmesi,
toplumsal hoşgörü noksanlığı ve sevgi duygusunun yozlaşması umutlu
bekleyişimizi ve ufkumuzu karartan sebeplerin başını çekmektedir.
Ben, hem nereden nereye geldiğimizi biliyor, hem de yarınlara bakarken kaygılanıyorum…
Ben, hem nereden nereye geldiğimizi biliyor, hem de yarınlara bakarken kaygılanıyorum…
Çağımıza damgasını vurmuş olan
Bilgisayar, ilerlemiş
yaşıma rağmen benim hayatımda önemli bir yer tutuyor. Bilgisayar’a olan
tutkum 25 yıldır devam ediyor. İnternetli dünya ve akıllı
tablet-telefon uygulamaları başımı döndürüyor! Bilgisayarımı kişisel
arşivim olarak kullanıyorum. Kolaj merakımı photoshop programları ile zenginleştiriyorum. Site’mde (<http://www.cankirac.com/>
) 735 kolaj ve 390 yazım bulunuyor. Ayrıca; yayımladığım üç
kitabım, televizyonlara çıkmış röportaj ve konuşmalarım, eski ve yeni fotoğraflarım
da arşivimi zenginleştiriyor.
41 yıl süren
çalışma hayatımın disiplini dışına çıkınca, “çılgınlık” yapma heyecanı
içimi dolduruyor. Sakal bırakmak, saçsız kafamın arkasına “atkuyruğu”
sarkıtmak, rengarenk çorap, gömlek, pantolon
giymek gibi… Bu yıl içime doğan çılgınlık ise bir motosiklet sahibi olmak. Ve,
Boğaz köprüsünden 200 kilometre hızla geçmek!
Can Kıraç
Temmuz 2013 – Küçük Çamlıca
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder